1984 İstanbul doğumluyum. 2003 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’ni bitirdikten sonra Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği bölümünden mezun oldum, bugün de aile şirketimiz olan Murat Cıvata A.Ş. bünyesinde satış müdürü olarak görev yapmaktayım. Murat Cıvata ailesi olarak 51 yıldır bağlantı elemanları sektöründe hizmet vermekteyiz. Beyaz eşya, otomotiv gibi endüstriyel alanlara vida ve cıvata başta olmak üzere çeşitli bağlantı elemanlarının üretim ve tedarikini sağlıyoruz. Bugün itibarı ile satışlarımızda iç pazar ve ihracat dengesi %50-50 oranında gerçekleşiyor. BEYSAD çatısı altında da uzun zamandır çok keyifli bir birliktelik yaşıyoruz.
Gerçek girişimcinin tanımını nasıl yaparsınız, en önemli kriter nedir? Yurt dışındaki girişimcilerle kıyaslama yapıldığında ne gibi farklılıklar veya benzerlikler var? Peki, girişimcilerin yöneldikleri alanlar dikkate alındığında sizce başarının ve hatanın temelini neler oluşturuyor?
Girişimcilikte en önemli kriterlerin risk alma cesareti, kararlılık ve disiplin olduğunu düşünüyorum. Çok uç veya istisnai fikirleri hariç tutarak, maddi anlamda getiri sağlayacak bir değer yaratabilmek rekabetin gittikçe sertleştiği günümüzde ciddi bir özveri gerektiriyor. Girişimcilik ekosistemimizi yurt dışı ile kıyasladığımız zaman da maalesef pek parlak bir tablo ile karşılaşmıyoruz. Belli bir seviyeye ulaşıp rüştünü ispat etmeye ihtiyaç duymadan, daha t=0 anında yatırımcıyı ikna etmek ve kaynak toplamak ülkemizde pek kolay değil ve endekslere baktığımızda da buna paralel şekilde, yıllık bazda batılı ülkelerin çok gerisinde bir yatırım girişi olduğunu görüyoruz. Risk faktörlerinin yanı sıra, iş sahiplerinin de yatırımcıya bakışı yurt dışına göre biraz daha muhafazakâr kalabiliyor. Batıda şirkete yabancı bir sermayenin, hak sahibinin girişi organizasyonun disiplini ve hesap verilebilirliğini arttırma açısından fırsat olarak değerlendirilirken ülkemizde şirket sahibinin gözünden, kendi söz sahibi olduğu organizasyonunda bir başka hak sahibinin de varlığı ihtimali pek çok zaman negatif bir algı oluşturuyor. Bu bağlamda girişim ve/veya yatırım planlanırken karşılığında ne beklendiğine dair çok berrak bir strateji ile yola çıkılması gerektiği kanaatindeyim. Ancak Türkiye’de genellikle değişikliğe çabuk uyum sağlama ve esneklik gibi çok önemli avantajlarımız da mevcut. Bu yönden baktığımızda hızlı karar ve aksiyon alma noktasında batı dünyasına göre daha önde olduğumuz kesin.
Şirketlerde şu an dört kuşak bir arada başarıyla çalışabiliyor. Bunun artıları elbette çok ama bu konuda kurumsal verimliliğin sağlanması ve kuşaklar arası etkileşimin artırılması için olmazsa olmazları anlatır mısınız?
Biz de şirketimizde 3. kuşak olarak yola devam ediyoruz. Burada sağlıklı bir etkileşim sağlanması ve verimliliğin arttırılmasındaki en önemli etken, girişimcilik konusunda da bahsettiğim gibi, yönetim (veya aile) bakış açısından hem belirli sorumlulukların devrinde hem de yeni kuşak tarafında sorumluluk alma noktasında ortak bir kararlılık gösterilmesi. Tabii ki diğer olmazsa olmazlar arasında sorumlulukların net biçimde belirlenip uygulanması gibi konular da var fakat asıl önemli hususun açık bir iletişim ile ortak değerlere sahip çıkarak yola devam etmek olduğunu düşünüyorum.
İş yapma şekli zaman içerisinde değişiyor ve kuşak değişikliğine gerek kalmadan bile kendi çalışma hayatımız boyunca birçok yeniliğe uyum sağlamak durumunda kalıyoruz. Açıkçası bizi bu konuda şanslı olarak görüyorum. Şirketimizde yeni fikirlere alan açılması ve açık bir iletişim sağlanabilmesinde hiçbir zaman kuşaklar arası bir çelişki yaşamadık.
Genç nesilde çalışan sirkülasyonu çok fazla. Sizce nedir bunun alametifarikası, özetler misiniz? Sizin gözlemleriniz ve tanık olduklarınız hangi sonuçları ortaya koyuyor? İyileştirmelerin hangi alanlarda ve nasıl yapılması gerekiyor?
Eski jenerasyonda bir kuruma aidiyet gibi daha geleneksel duygular ön planda iken yeni nesilde daha bireysel bazda iş-yaşam dengesi, özellikle pandemi sonrası daha çok gündeme gelen esnek çalışma gibi beklentiler mevcut. Kendi kendine bir şeyler öğrenme noktasında da eskiden daha fazla emek harcamak genel eğilim iken, günümüzde genç nesil bir organizasyona dahil olduğu zaman yöneticiler tarafından prosedürlerin, reçetelerin çok net şekilde hazır edilmesini bekliyor. Daha belirli sınırlar içerisinde çalışmak istiyorlar. Yeni kuşak bu beklentilerine karşılık bulamadığı noktada çok daha sabırsız olabiliyor ve bu da eskiye göre daha fazla bir sirkülasyon yaratıyor. Bunun yanında yurt dışı opsiyonu da artık eskisi kadar uzak ihtimaller olarak görünmüyor, bu durum günümüzde birçok konuda olduğu gibi çalışma hayatında da insanların önüne daha fazla seçenek koyabilmelerini sağlıyor.
Bu hususta gençler ile daha derin iletişim sağlanması, ihtiyaçlarının anlaşılması ve seslerinin duyulduğunun hissettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yöneticiler iş idaresinden ziyade yeni kuşağa destek ve mentorluk pozisyonunu benimsemeliler. Kurumsal hayat söz konusu beklentilere cevap verir şekilde modifiye olmak durumunda.
Bunların yanında yapay zekâ ve diğer araçlar ile dünyamız çok hızlı değişiyor. Genç bir nesle sahip olmanın da en büyük avantajları bu noktada ortaya çıkıyor. Her geçen yıl daha fazla önümüze gelecek olan dijital dönüşüm ve bu alanda daha rekabetçi bir ortam ile karşılaşacağımız şüphesiz. Yeni gelen nesil teknolojik gelişmelere çok daha aşina ve dünyaya ayak uydurabilecek ekosistemin kurulmasında çok büyük katkıları olacaktır.
Sizce çevresel sürdürülebilirlik ülkemizde doğru anlaşıldı mı? Bu konuda başarıya nasıl ulaşabilir, iyileştirmeleri nasıl yapabiliriz? Yeni nesil bu konuda neler söylüyor, bakış açılarını özetler misiniz? Başarılı dijital dönüşüm ne demek ve buna hazır mıyız? En basit ifadeyle Skype veya Teams ile görüşme yapmak, dijital dönüşüme ayak uydurmak mı demek? Bunları eskiden de yapıyorduk, neler değişti ve farklılaştı?
Çevresel sürdürülebilirlik konusunun maalesef ülkemizde gerekli kıymeti gördüğünü söylemek zor, ancak burada sorumluluğu tek tarafa yıkmak da adil değil. Firmalar, işletme sahipleri imalat ve diğer günlük operasyon maliyetleri ile zor başa çıkarken, üzerine yenilenebilir enerji yatırımlarının gündeme gelememesini anlayışla karşılamak lazım. Önümüzdeki dönemde ekonomik koşullarda iyileşme sağlandığı noktada çevresel sürdürülebilirlik çalışmalarının da ivme kazanacağı inancındayım.
Dijitalleşme konusunda Skype ve Teams gibi örnekler hayatımızda gittikçe daha fazla yer tutsa da konuyu bu iletişim araçlarına indirgeyemeyiz. Çevresel çalışmaların yanı sıra, veri takibi/analizi ve buna bağlı olarak süreçlerimizin bireylerden mümkün mertebe bağımsız şekilde ilerleyebilecek şekilde otomatize edilebilmesi, daha sürdürülebilir organizasyonlar kurabilmemiz için kesinlikle elzemdir. Dijitalleşme konusunda çevresel çalışmalara nazaran daha hızlı yol alındığını ve alınacağını düşünüyorum. Zira, hızla değişen dünyada global rekabetçiliğimizi koruyabilmek ve geliştirebilmek adına iş yapma şekillerimizi modifiye etme ihtiyacımız kaçınılmaz. Bu noktada, bir önceki soruda da belirttiğim gibi, görece genç bir nüfusa sahip olmamızı çok büyük bir avantaj olarak görüyorum.
Dijital çağın tüm olanaklarından yararlanıyor, Metaverse ve AI ile yüz yüze geliyoruz. Dijital dönüşüm çağında, dijital dönüşüm odağında çalışmalar gerçekleştirmenin kaçınılmaz olduğu bir çağda sanayici olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
İmalat sanayinde artan teknolojiye bağlı artan verimlilik maliyetlerde avantaj sağlıyor. Bunun yanında deneme üretimi, projelendirme gibi faaliyetler de çok daha kolay hale gelebiliyor. Fakat bu noktada teknolojide öncü olan ülkelerin rekabette öne geçmesi de kaçınılmaz hale geliyor. Örneğin Çin konusunda yıllardır ucuz iş gücü ve devlet desteklerinden bahsederiz ancak günümüzde artan teknoloji ve bunun sağladığı ölçek ekonomisi sayesinde çok daha rekabetçi bir imalat yapısına sahip. Yani faydalanabilen için avantaj, geride kalan için de bir o kadar dezavantajlı bir durum ortaya çıkıyor.
Günümüzde dijitalleşme halen pahalı bir alan, yüksek yatırım ve lisans bedelleri ile karşılaşıyoruz. Firmalar da genellikle bu alanda alınacak aksiyonların verimli iş gücü kullanımı, veriye dayalı yönetim sistemleri kurgulayabilme gibi sağlayacağı faydalardan ziyade getireceği mali yükü göz önüne alıyor. Dijitalleşme yönünde daha hızlı yol alınabilmesi için mevcut destek ve teşviklerin yanı sıra müteşebbisleri daha fazla cesaretlendirecek koşulların oluşması gerekiyor.
Son soruya geçelim; “Savaşlar, karşıt güç dengeleri, kıtlık-su sorunu veya dünyayı etkileyen pandemi gibi nedenler geleceği nasıl değiştirdi? Siz geleceği nasıl değerlendirirsiniz? “
Son zamanlarda üst üste yaşadığımız pandemi, savaşlar, iklim değişikliği gibi global etkenler tedarik zinciri güvenliğinin önemini ortaya koydu. Artık sadece daha ucuz diye dünyanın öbür ucundan tedarik modeli yerine, stratejik olarak daha güvenli ve sürdürülebilir tedarik rotaları ön plana çıkıyor. Bu bağlamda Türkiye’nin tüketici pazarlara yakın konumu ve daha önceki sorularda bahsettiğimiz esnek yapısı ve üretim tecrübesinin önümüzdeki yıllarda avantaj olarak sahaya yansıyacağını düşünüyorum.
Bunun yanında artan su ve enerji sorunu önümüzdeki dönemlerde potansiyel göç hareketlerinin de tetikleyicisi olma riskini taşıyor. Sosyal ve jeopolitik değişiklikler de tedarik düzeninin evrilmesinde belirleyici olacaktır.